VATAN & MİLLET& SAKARYA EDEBİYATI…

Geçen günlerde kendisi bir kamu kurumunda müdür olarak çalışan çok sevdiğim bir arkadaşımızla sohbet ediyorduk. Pandemi döneminde yaptıkları çalışmaları anlatırken bir ara kendi görev alanındaki personellerinin durumlarından bahsetti. Kurum ismi ve işin ne olduğundan bahsetmeden anlatırken benim içimi acıtan şeylerden bahsetmek isterim. Kendi görev yeri olan ilçede kurumundaki eleman eksiği nedeniyle başka kurumlardan destek taleplerinin olduğunu ama konunun bir türlü halledilemediğini söyledi. “Falan kurum” salgın nedeniyle çalışamadığı için bizim işimize yarayacak o kurum personellerinden sadece temizlik elemanlarından geçici görevlendirme ile yardım almak istediklerini ama muvaffak olamadıklarını söyledi. Ne kurum amirlerinden ne de mülki amirlerden devletin boş duran personellerini harekete geçirecek bir yaklaşım göremediklerini üzülerek anlattı.

Kendi göreve başladığında ise bir kısım personelin ellerinde örgü ile akşama kadar mesailerini doldurduklarını, bunu tespit edince neden böyle olduğunu sorduğunda, daha önceki müdürlerinin haftada bir işyerine geldiğini, kendilerine bir iş vermedikleri için mecburen boş vakit geçirdiklerini ifade ettiklerini söyledi.

Şahit olduğum başka bir olayda ise yine birinden, bir başka kamu kurumunun şoför kadrosunda bulunan kadrolu elemanların akşama kadar bir veya iki iş için dışarı çıktıklarını, bunun dışında şoför odasında akşama kadar boş boş oturduklarını ve en yüksek kademeden maaş aldıklarını, ama yine de mutlu olmadıklarını, maaş aldıkları devlete ve iktidara kahrederek vakit geçirdiklerini dinlemiştim. Yine akşama kadar yapılan mesaide kutusu 70 TL civarında olan bir sarf malzemesinden günde birkaç paket harcandığını, istendiği takdirde o malzemenin daha tasarruflu kullanılabileceğini ama kimsenin “bu malzeme bize bütün milletin emanetidir” bilinci ile hareket etmediğini buna canı yanan kardeşimizin ilgililere “bu malzemenin parasını siz verseniz, bu kadar israf eder misiniz?” diye sorduğunda, “haklısınız, etmezdim herhalde” diye cevap verdiğini dinledim.

Yine bir başka kamu kurumunda müdür bir kardeşim neredeyse iki yıla yakın mesaiye gitmeden çalışan veya boş kalan memurların, durum bu olmasına rağmen ek ücret verilmeyen hiçbir işe katkı sağlamadığını, gönüllü olarak ekstra bir iş yapmadığını, mesai dışında hiçbir konuda kendiliğinden fedakarlıkta bulunmadıklarını ve menfaati dışında hiç kimsenin devlet ve millet için kılını kıpırdatmaz hale geldiğini anlattı.

Daha birçok örnek üzerinden bir şeyler yazabilirim ama sanırım maksadımı izah etmede kafidir bu yazdıklarım… örnekleri çoğaltmak ve daha çok dertlenmek elbette mümkün… bu arada böyle olmayan kurum ve kişileri tenzih ettiğimi, Vefa Çalışma Gruplarını söylememe gerek var mı? bilmem…

Evet, insanımızda bir kokuşmuşluk seziyorum. Kimi insanımızın gönlünde hak ve adalet ölçülerinin kaybedildiği kanaati ile umutsuz bir ruh hali yaşıyorum. Bu işin amiri, memuru, vatandaşı veya kurumu yok. Hepimizde bir vurdumduymazlık hali müşahede ediyorum. Sanki elbirliği ile devletimizi diz çöktürmeye çalışıyoruz. Devletin kaynaklarını har vurup, harman savuruyoruz. Haksızlık, adaletsizlik ve israf yapmaktan korkmuyoruz. Kendi menfaatimiz olmayan hiçbir konuda kılımızı bile kıpırdatmaz hale geldik. Görev alanımız içinde kullandığımız malzeme, bindiğimiz aracın benzini, harcadığımız vakit, dikkatsizce kullanarak zarar verdiğimiz eşyalar, önce devletimizin sonra milletimizin emanetidir mantığı ile kılı kırk yarmıyoruz. Devletin mali deniz yemeyen…. diyenler gibi olmaya başladık. Mesaiye gitmeden aldığımız maaş bile bizi huzursuz etmez oldu.

“Benim kurumum çalışamıyorsa şayet, başka bir yerde devletimin zor zamanında işe yaramalıyım” diye hiçbir endişe ve gayret göstermiyoruz. Günlerce, aylarca boş boş durarak maaş aldık ama on dakika mesai yaptık diye bedelini alabilmek için kırk tutanak tutmak adına adeta çırpınıyoruz. Maaş vererek benim zamanımı ve tecrübemi satın alan devletime işimin mahiyetine uygun her yerde çalışarak karşılığını verebilirim empatisini yitirdik.

Neden böyle davranıyorsunuz? diye sorsanız, insanımızın bu tür fedakarlıkların maddi ve manevi bir karşılığının olmadığını düşündüğünü görerek, başka bir korkunç cevaba muhatap oluyorsunuz! “Herkes aynı davranıyor, bir tek ben miyim enayi ve devleti ben mi kurtaracağım…?”

Gerçi bu tavrın muhataplarına baksanız; kimi zaman onlardan daha çok vatan seveni bulamazsınız. Onlardan daha çok milliyetçi bulamazsınız. Onlardan daha çok devletine bağlı kimseler bulamazsınız. Onlardan daha çok bayraklarına bakarak gözyaşı döken bulamazsınız. Evet… bu ölçüler içinde bakarsanız en büyük vatanperver insanlar bunlardır. Ama bu mudur? vatanı sevmek. Bu mudur? devleti sahiplenmek. Bu mudur? milletine bağlılık… Dostlar bana sorarsanız bu olamaz…!!

Gücenmeyelim ama bu işin “Vatan, Millet, Sakarya” edebiyatını yapar hale geldik. Sevdiğimiz vatan, karşılığını bize verdiği kadar vatanımız. Argo tabirle devletimize karşı “ne kadar para, o kadar köfte” mantığıyla bakar olduk. Bozulduk, çürüdük ve kaybediyoruz. Bu ülkede yılın büyük bölümünü tatiller, bayramlar, hafta sonları, dini ve milli izinlerle geçirdiğimizi hiçe sayarak, maaşımızı ve konumlarımızı beğenmez olduk. Devletimiz ve milletimiz için karşılıksız on dakika fazla emek vermeyi zül sayıyoruz. Zihnimiz 8/5 mesai kavramının kölesi haline geldi. Bunun dışındaki bir dakika fazla çalışmak nefsimize ağır geliyor.

Yazımın başına tekrar dönerek diyorum ki; devletin bir kurumunun elemanları, salgın nedeniyle çalışmadıkları halde diğer kurumunun ihtiyacına yardımcı olmuyorsa, sistem kendi içinde bunu halledemiyorsa, sistemi boş verin… buradan aldığı maaşla çocuklarını büyüten memur veya işçi, helal kaygısıyla “devletime başka alanda katkı sağlayayım” kaygısını taşımıyor ve yan gelip yatmayı tercih ediyorsa… büyüklerin tabiri ile “Allah ekmek veriyor da, yiyoruz” dediğimiz dönemdeyiz demektir. Kim ne der bilmem ama ben buna kokuşmuşluk diyorum ve bu gidişatı hayra alamet görmüyorum.

  1. ve bilginin sahibi Cenab-ı Hakk’a hamd ile….
YORUM EKLE

banner4